Minik Duru 1 hafta anne-baba kuzusu

Geçen hafta Serhan’la birlikte yıllık iznimizin ikinci haftasını kullandık. 1 hafta çok iyi geldi. Şehir dışına da çıkmadığımızdan gerçekten dinlendik bu kez. Bir de kızıma olan “hayranlığım” bir kat daha arttı.

İnsanın evladına hayranlık duyması çok garip bir şey. Bunu ara ara düşünürdüm. Bu bir haftada bu daha da pekişti. Daha doğrusu ona hayranlık duyduğumu kesin ve net anlamış oldum. Durup durup baktım ona, minik burnuna, gözlerine, yüzüne… Davranışlarıni inceledim. Gelişimini inceledim, ne kadar hızlı öğrendiğini gördüm onu izlerken. Bize olan davranışları… Duygusallığı… Minicik kalbinde ne kadar büyük bir sevgi yeşerttiğini gördüm… Şükrettim…

Bu 1 haftada neler yaptık? Aslında çok şey yapamadık, çünkü hava pek bir kötüydü şansımızdan. Genellikle evdeydik. Zaten bizim küçük hanım öğle uykusundan saat 3 gibi uyandığından evden çıkmalarımız 4’ü buluyordu. 4’ten sonra da bir yerlere gidiyorduk.

Bir gün Hıdiv Kasrı’na gittik. Biraz yürüyüş yaptık, çocuk parkında Duru’yu salladık, kaydıraktan kaydırdık. Eskiden salıncağı sevmezdi ama artık bayılıyor. Eve ufak portatif bir salıncak almak lazım, kış da geliyor zaten.



Dönüşte yemek yediğimiz yerdeki oyuncak otomobili de çok sevdi Duru. Yüzündeki ifadeye bakar mısınız, ne kadar önemli bir iş yapıyor, direksiyon çeviriyor…

Onunla evde vakit geçirmek çok güzeldi. Şimdi iyice bebeklikten çıktığından büyük bir insan gibi her denileni anlayıp kendini de anlatıyor. 24 saat vakit geçirince onun ne kadar çok büyüdüğünü de gördüm. Keyfi de yerindeydi bizimleyken, çok mutluydu. En çok dans etmeyi seviyor. “O piti piti karamela sepeti”ni söyleyip oynatıyorum onu. Kendi oynamak istediğinde de “O piti piti” diyor, ben de söylüyorum, oynuyor. Ama nasıl oynamak, popo bir o yana bir bu yana, kafa önde, eller, ayaklar pek havalı. Tam yemelik:) Bir de Sertab’ın “Rengarenk” şarkısına bayılıyor, çalıyoruz oynuyor.

Bu arada Duru’nun kavramlar kitabındaki pek çok nesneyi tanıdığını görünce çok şaşırdım. Her şeyi tanıyor, sorunca gösteriyor, hafızaya almış. İyi çalıştırmış annem:)

Bir gün babaanneye gittik. Duru; Selin, hala, dede, babaannesiyle tek tek ilgilendi, öptü, sevdi onları. Dedeyle ayrı bir ilgilendi yine. Sonra da ailenin kızları olarak boy sırasına dizilip poz verdik.

Bir akşam da Ebru’lara gittik. Hava güzeldi bahçelerinde oturduk. Duru Selçuk’a hasta. O konuşurken hep gülerek izler onu. Herhalde hareketli, kıpır kıpır konuştuğu için çok ilgisini çekiyor Selçuk. Resimde bile gülerek bakmış ona.

Güneş’in oyuncaklarıyla güzel güzel oynadı, Güneş de oyuncaklarını paylaştı bizimkiyle, çok tatlılardı.

Birer gün de hem benim hem de Serhan’ın şirketine uğradık. Arkadaşlarımıza götürdük küçük hanımı. Fıldır fıldır dolandı ortalıkta. Herkesi ayrı ayrı öptü ama kimsenin kucağına gitmedi, ne de olsa keşfedecek çok şey vardı ortamda.

Onun dışında en güzel günümüz Polonezköy’deki Country Club’a gittiğimiz cumartesiydi. Havalar kötü gitmişti o nedenle bir türlü gerçekleştirememiştik bu gezimizi. Neyse ki tatilin bitmesine ramak kala Allah kıyak geçti Duru’cuğa:)

Havayı güzel görünce saat 4’ten sonra gittik oraya. Bizim eve yarım saat neredeyse. Polonezköy’ün içinde ama ara bir yoldan epeyce içe ilerlemek gerekiyor. Kapıda bir giriş ücreti ödeniyor, istenirse içeride yeme içme olanağı da var.

Hava ılık, güneş sıcacık. Kapıdan girdik içeri. Aman Allahım o nasıl bir yer. Sanki bir tablo ya da ne bileyim böyle köy gibi bir yer. Kocaman çimenlik, çimende otlayan inekler, koyunlar, ortada gezinen kazlar, ördekler, gölde siyah kuğular, albino tavuskuşları, daha ne ararsanız, rüya gibi…

Bir de hamak koymuşlar. İnsanın burda ömrü uzar.
Bizimki hayvanları gördükçe çıldırdı tabii. Çığlıklar attı, koştu… Hatta burnu akıyordu biraz da, korkarak götürdük aslında ama hiçbir şeyi kalmadı maşallah orda.

Bir sürü hayvan vardı. Gölde siyah kuğular vardı, hepsi de insana alışmış, görünce geliveriyorlar. Kuğular kafalarını kaldırarak adeta “Duru Duru” diye ses çıkarıyordu, gerçekten şaka değil. Şaşırdık:)

Cüce keçiler bile vardı, Heidi’ninkilerden. Duru’nun elini yaladılar:) Onlar da evcilleşmiş, görünce bizi bir-iki hepsi geliverdiler yanımıza.

Ortamın havasından, suyundan mı ama bir şeyinden, tüm hayvanat, nebatat ve beşer dostluk, kardeşlik ve sevgi yumağı idi, olması gerektiği gibi.. Hatta bir tavuk keçinin tüylerini didikliyor, keçi de halinden memnun oturmuş etrafı seyrediyordu:)

Daha pek çok hayvancık vardı ortamda, tabii bol da tezek:) Deve, lama, kanguru, geyikler, kuşlar, pelikan, domuz, eşek, tavşanlar… Daha da aklıma gelmeyen neler kimbilir. En güzeli de çoğunun kafes arkasında değil aramızda gezmesi, onlara dokunabiliyor olmamızdı. Duru’nun şimdiye kadar sadece kitaplarından, oyuncaklarından gördüğü hayvanlara burada eliyle dokunabiliyor olması güzeldi tabii. Ben birazcık korktum en başta, alışkın değilim hayvanlara. Otlayan kıvırcık merinos koyuna dokundum, tüyleri sertti, irkildi hayvancık da:)

Duru’nun onları sevmesi hoşuma gidiyor, korkutmamaya çalışıyorum onu da, kendime hakim oluyorum.

Duru babasıyla midilli sevdi.

“İnee” diyerek ismini söylediği, çok sevdiği ineği ilk defa burda yakından gördü, çok heyecanlandı.

Bu tavuğa bayıldım, önce Kübra’nın sonra Nermin’in nikahlarına giderken böyle yaptıracağım saçımı:)

Bir de buna bayıldım, ne güzel yaratmış Yaradan. Tam bir sanat harikası, her zaman söylerim, Yaradan çok zevkli gerçekten…

Bizimki iyice geçti kendinden. Ben bile geçtim, o nasıl geçmesin…

Bir de çok garip bir tavşan vardı ortalıkta. Beyaz, biraz ilerliyor sonra durup bekliyor. Zıp zıp tavşan, arkasında Duru… Tavşan duruyor, bizimki seviyor onu.

Duru orda arkadaş bulmadı mı, buldu tabii ki. Yemek yenilen yerde küçük çocuklar için minik bir park var, ben Duru’yu orda sallarken babası da beyaz geyikleri taze otla besliyordu. Yanımıza çok tatlı bir çocuk geldi. Alp adı, 2,5 yaşında. Kaydıraktan kayıyor, “Bebek bak” diyor bizimkine, kaydıraktan kayarken hava atıyor ona:). Sonra “Cee” oyunu oynadılar, Duru gülmekten çatlayacaktı bir ara. Alp’i sevdi, öptü, o da bizimkinin elini öptü. Geldi, Duru’yu salladı. Çok şekerlerdi. Birlikte tavşan peşinde koştular sonra, çok romantikti:)

Gün yavaş yavaş bitiyor, hayvanlar yavaş yavaş ortadan kaybolmaya başlıyordu. Evli evine köylü köyüne hesabı. Bizim de eve gitme vaktimiz gelmişti anlaşılan. İstemeye istemeye, ağır adımlarla, kapıya doğru ilerledik. Biz giderken tavuklar da tellerin üzerine tüneyip günü uğurlarken dedikodu yapıyorlardı bir yandan:) Ben ve Duru da aralarına katıldık…

Muhabbet güzeldi, artık gitmek gerekti ama…

O günü de öylece bitirdik, tadı damağımızda kaldı. Geç keşfettik burayı, bakalım hava güzel olursa bir hafta sonu daha kaçmak lazım.

Güzel bir 1 haftaydı. Hepimize çok iyi geldi. En kötü yanı duruma fazla alışıp silbaştan yeni bir düzen kurmak oluyor, hem ben hem Duru için.

Pazartesi onu çok özledim tabii. Kokusu burnumda tüttü, bir an önce eve gitmek için saat saydım resmen. Apartmandan içeri girince merdivenler bitmek bilmiyor, abartmıyorum. Görünce sarıldık birbirimize, bir süre öylece kaldık, o da çok özlemiş beni.

Gece 11 buçukta zor uyuttum. Çok tatlıydı yine. Küpleriyle oynamaya bayılıyor hâlâ, 3-4 küpü üst üste dizip dizip deviriyor. Şimdi taklit dönemi de başladı. Dün televizyondaki Abiye Kuzu’nun gülüşünü taklit ediyordu. Bizim evde boy aynası yok. Bir yerde boy aynası görünce karşısına geçip yüzünü türlü şekillere sokup gülmeye bayılıyor. Tam dönemiymiş şimdi, çocuk kendinin ayrı bir birey olduğunu algılarmış artık, o yüzden aynanın karşısına geçip kendini seyretmeyi severmiş.

Kelime dağarcığı da gelişti. Aç, at, attı, gel, ver, ine (inek), hadi ya:) gibi şeyler söyleyebiliyor. Yemesi hâlâ sorunlu, pilav ve makarnaya bayılıyor yalnızca. Biz de içine sebze, kıyma katıp yediriyoruz. Ayranı, salatalığı da seviyor.

1 haftanın özeti bu mudur, budur.

Yorum Gönderin

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir