Hafta sonu Ağva’daydık, Duru, Serhan ve ben 2 günlük kaçamak yaptık.
Cumartesi saat 12 gibi çıktık yola. Yolun Şile’ye kadar olan kısmı düzdü, asıl sonrası fena.
Neyse ki o kısmı uyuyarak atlattı Duru, araba beni bile tuttu.
Ağva’ya gelmeden 15-20 dakika önce bir gözlemeci var, ağaçların arasında. Çok güzel bir yer, taze dereotu, maydanoz, yumurta falan da var. Orada mola verdik. Salıncak da vardı. Sahiplerinin bir de oğlu vardı, Eren, Duru hemen onunla ahbaplık etti. Sonra bir de abla geldi, 4 yaşında ikisi anlaştılar. Birlikte sallandılar…
Gözlemeleri ve buz gibi ayranları mideye indirdikten sonra yola devam ettik.
Mints Otel’de kaldık. Küçük bir otel, nehir kenarında, arka tarafta ufak bir bahçesi, köpeği, meyve ağaçları ve tabii ki bol böcek ve örümceği var.
Odaya yerleştikten sonra aşağı indik, bahçeye. Nehir kenarı çok güzel. Kahve içtik.
Oralarda biraz vakit geçirdik. Kahveler bitince doğru Ağva’ya…
Havanın bu kadar güzel ve sıcak olabileceğini öngörememişim. Dolayısıyla yanımızda ne mayo ne havlu vardı.
Deniz kenarında şöyle bir yürürüz diye niyetlendik. Fakaaat, işler öyle yürümedi.
Sahile bir gittik ki herkes denizde.
Vallahi girilirmiş, bilemedim. Duru için yanımda ne yedek kıyafet, ne havlu, hiçbir şey yoktu. Sadece terlerse diye bir tülbent atmıştım çantaya.
Duru denizi görünce durur mu, durmaz! Ben de üzerini çıkardım, sadece badisi kaldı.
Önce ayaklarını soktu, sonra yavaş yavaş ıslanmaya başladı. Bir dalgayla tüm badisi sırılsıklam oldu. Onu da çıkardım.
Epeyce kaldık orada, resmen suda coştu. Bata çıka 1 saatten fazla geçirdi denizin içinde. Su sıcak da değildi üstelik. Su yuttu, tükürmeyi de öğrenmiş, güzelce püskürttü…
Biz de onu kumlarda, paçalarımızı sıvamış halde gariban gibi terleye terleye keyifle izledik. Ayaklarımızı soktuk, serinledik:)
En son dudakları yavaştan morarmaya başlayınca gitme vaktinin geldiğini söyledik Duru’ya. Yanımdaki tülbentle kuruladım vücudunu. Giydirdim. Babasının kucağında ısındı biraz.
Sonra çubuk kraker krizi tuttu, ona çubuk kraker aradık. Otele dönerken hâlâ böyle bir aptallığı nasıl yapıp da yanıma mayo ya da yedek bir şeyler almadığımı düşünüyordum, bazen insan boş bulunuyor işte.
Duru’yu yıkadım. Biraz yattı dinlendi. Sonra yemeğe indik.
Nehir kenarında yemek güzeldi. Duru bir süre sonra sıkılınca nehir kenarına inmek istedi tabii. Orada yemek yiyen bir çift ve oğulları Emre imdadıma yetişti neyse ki. Emre’nin yanında i-pad vardı, Duru’yu da çağırdılar yanlarına. Bizimki de bayıla bayıla gitti.
Akşam ilerledikçe hava da soğuyordu. Duru Emre’yle epey vakit geçirdi.
Ağva’ya inmeye karar verdik. Yürüyüş yaptık biraz, kahve içtik. Duru’nun mm krizi bitmiş değil henüz, ara sıra aklına geliyor, neyse ki geçiştirebiliyoruz. Gece de birkaç kez uyandı, tedirgin uyudu aslında, dolayısıyla ben de…
Ertesi sabah uyanınca yan odamızda kalan Emre’nin sesini duyunca Duru da gitmek istedi. Serhan uyurken biz kahvaltıya indik. Emre oradaydı. İkisi hemen buluştular.
Serhan gelince kahvaltımızı yaptık. Duru biraz Emre’nin arabalarıyla oynadı.
Çalan parçalar eşliğinde kendi dansını yaptı Duru:)
Orada çok güzel bir köpek vardı, adı Badem. Öğlen onu bahçeye salıyorlarmış. Öyle olunca çocuklara da gün doğdu. Badem, Duru’yu ve Emre’yi kovaladı. Öğle sıcağında hem çocuklar hem köpekçik helak oldu.
Sonra terasa çıkıp salıncakta sallandılar biraz.
Saat 1 olmuştu, gitme vakti de gelmişti.Odayı toparladık.
Giderken Duru Emre’ye veda etti. Teşekkür ettik ona…
Yola çıkar çıkmaz kucağımda uyudu. Giderken mola verdiğimiz yere uğrayıp Duru’ya taze yumurta aldık.
Yol yine fena yaptı beni. Allahtan Duru yine uyuyordu. Şile’de yemek molası verdik.
Yolun kalan kısmı daha kolaydı.
Ben bu tatilden bir şey anladım mı, anlamadım sanki. Ama Duru’nun çok keyif aldığı bir gerçek. Her şey onun için değil mi zaten…