Bugün hiiiç keyfim yok. Sabah ayrılık çok zor geldi. 2 gün sıkı fıkı, sonra pazartesi iş. Neymiş, çalışılacak, para kazanılacak, ancak gününü kurtaracak insan. Ya kaçırdıklarım…
Bugün kafam acayip bozuk. Dengelerim iyice şaştı. Yetmiyor, yetiremiyorum. Yetişemiyorum. Kızımın en güzel zamanlarını kaçırıyorum ve bu bana acayip dokunuyor. Bizim her anımızda annemiz yanımızdaydı, ben niye olamıyorum diye sorguluyorum.
Ben biraz ortadan kaybolayım “anneee” diyerek ağlamaklı bir ses tonuyla beni arıyor. Tuvalete bile gidemiyorum. Sanırım güven duygusunu zedeledim çocuğun, beni hep gidecekmiş zannedip bırakmak istemiyor. Geçen hafta sabahları o uyurken gittim. Uyandığında beni göremedi, kalkınca “anne” diye arıyormuş. Üzülüyorum. Ben bile bu kadar etkilenirken kim bilir onun küçücük dünyasında neler oluyor?
Neyse, bugün ağlak modumdayım, geçer ama, geçmeli…
Hafta sonu pazar günü Murat ve kız arkadaşı Ece bizdeydi. Bizimki kapının zilini duyar duymaz yapıştı kucağıma. Ağlamaya başladı. Bir “hoş geldin” dedik, sonra içeri gittik, sızlana sızlana uyudu. Ece çok şeker, bayıldım. Duru uyandı, aldım kucağıma salona gittik. Öylece oturdu kucağımda, bu arada da onları kesiyor çaktırmadan. Ece binbir türlü numarayla Duru’nun kalbini kazandı. Murat’la da barış imzaladı, top oynadılar. Sonra öptü onları, onları öpünce bizi de öptü, hiç hak yemez çocuğum:)
Keyifli bir kahvaltıydı, keşke daha uzun oturabilselerdi. Onlar gittikten sonra çıktık dışarı, Historia’ya gittik. Orada ikimizin elinden tutup güzel güzel gezdi. Sonra birlikte koşturduk biraz. Orda atlıkarınca vardı, bindirdik, hoşuna gitti. Bir de helikopter vardı, ona da bindirdik. O kadar sertti ki, havalandıktan sonra tak diye inip yere oturuyordu, korktu ve indi. Nöbetleşe içtiğimiz Starbucks kahvelerimizden sonra dedeleri ziyaret ettik. Sonra da annemi alıp döndük.
Hafta sonları koşuşturmacadan çocuğumu doğru dürüst gezdiremiyorum. Hep bir şeylere yetişme telaşım var, yorulduğumu hissediyorum. Çoğunlukla bunu tolere edebiliyorum. Bugünse tolere edemediğim günlerden biri…