Bir tatil daha bitti

Bu sene Kemer’deydik, Limak Limra’da. Tesis iyiydi. Kalabalıktı ama büyük olduğundan o kadar insan iyi dağılmıştı alanda.

Gelelim nasıl geçtiğine…

Valla ben anlamadım, anlayan varsa anlatsın.

Bir koşturma, bir telaş, gitmeden önce hazırlanma, giderken yol, orada yemekti, denizdi derken 5 gün hemen bitiverdi.

Gitmeden önce anlattık Duru’ya , denize tatile gideceğimizi.

Pazar sabaha karşı yola çıktık. Saat 4 gibi, gitmek için Duru’yu kucağımıza alır almaz uyku sersemi “denize” dedi gözü yarım açık. Arabaya binince cinleşti, çalan müzikle oynamaya başladı. Neyse ki uyudu sonradan.

Duru muhteşemdi orada, performans olarak:) Hiç oturmadı, hiç yemedi… Sadece bana geldi, yapışık yaşadık yine.

En büyük değişiklik Duru’nun ilk kez çocuk animasyonuna katılmasıydı.

İlk akşam biraz tedirgindi.

Duru ilk akşam sahnede tedirgindi biraz. Etrafı epeyce seyretti önce...

Sahneye bıraktığımda inmek istemedi önce kucağımdan. Sonra nasıl ikna ettiğimi hatırlamıyorum, indi, çocukların arasına karıştı. Bir daha da sahneden inmek istemedi. Işıklar, müzik adeta başını döndürdü Duru’nun, ne de olsa genlerinde var:)

Sanıyorum ikinci akşam, Duru sahneye alıştı:)
Sahnede dört dönerken:)

İlk akşam o kadar yorulmuştu ki bu vaziyetteydi uyurken.

Ordaki yaşıtı olan bir Rus çocuğu fena taktı Duru’ya, gördüğü yerde affetmedi, öpüverdi dudağından, yanağından.

Saçının arkası futbolcu saçı gibi uzun, kendine has Rus bebesi minik yavrumu öpüyor:(

Duru da papatya gibiydi onca çocuk arasında. Belki de bana öyle geldi, ne de olsa benim yavrumdu…

İşte benim nazlı, minik papatyam

Hemen her akşam animasyondaydık. Büyükler için olan animasyonlar çoğunlukla dans içerikliydi, onu da seyretti gözünü ayırmadan.

Yemeklerimiz genellikle koşturmaca içerisinde geçti. Duru iki lokma yiyip hemen doyarak masadan ayrılmak istediğinden ben de telaş içerisinde yuttum lokmalarımı. Aklı fikri animasyondaydı, “animus animus” diyerek hemen masayı terk etmek istiyordu. Anneanneyi istemedi, arada Serhan onu eylerken ben de yemeğimi bitirmeye çalıştım. En sevdiği pilav ve makarnanın bile çoğu zaman yüzüne bakmadı. Tüm tatil boyunca süt ve bisküviyle doyurdu karnını. Bir de portakal ve erik yedi. Bol bol da ayran içti.

Duru bayıla bayıla portakal yiyor.

Su birikintilerine rahatça ayaklarını vurdu. Burada kısıtlama yok, istediği gibi hareket etti.

Gittiğimizin 3. günü ateşlendi. Bir önceki gece animasyonda çok terlemişti, muhtemelen ondan oldu ya da mikrop kaptı bir yerlerden. Benim de bademciğim ağrıyordu. Neyse ki hemen atlattı.

Gündüz meme olayımız olmadı. Öğlen uykularını kucağımda gezerken uyudu.

Sonra sahilde, şemsiyenin altında, açık havada yatırarak uyuttuk.

Geceleri emerek uyudu. Sabah kalktığında durumu kabulleniyordu neyse ki.

Oradaki çocuk parkındaki kaydırağa ayaklarıyla yürüyerek çıkıp sonra kayıveriyordu. Salıncak da çok hoşuna gitti, çok çok sallandı.

He şey bu aralar onun olduğundan oradaki bir Rus çocuğunun oyuncağını almak için yapmadığını bırakmadı. Görür görmez “benim” diyerek ağlamaya başladı, ama ne ağlamak. Çaresiz istedim yarım yamalak İngilizcemle. Sağolsun o da ikisini birden verdi. Neyse ki birini geri vermeye razı oldu Duru. Bunu da denize girme bahanesiyle alıp kadının çantasının yanına, görünmeyen bir yere koyuverdik.

Bakar mısınız ne kadar da mutlu...

Denizle arası pek hoş olmadı, “istemem soğuk deniz” diyerek ağlayıp durdu. Havuzunu doldurduk biz de, onu epey oyaladı küçücük havuz.

Deniz taşlıktı ama çok temiz ve güzeldi, kumsal da çakıldı. Ayağını pek basmak istemedi bu sefer, rahatsız etti kum onu. Kolluk almıştık. İlk gün itiraz etmeden severek taktı. Sonraki günler nedense denize girmek istemedi, son gün gitmeye yakın denizle aşk halindeydi adeta.

Duru, babasıyla aşk halinde

Hava iyiydi, sıcaktı hatta. Gidilebilecek en iyi dönemde gittik.

Ebru’nun doğum gününde hediye ettiği muhteşem bikiniyle plajın yıldızıydı kendisi:)

Neredeyse gittiği kakayla geri dönecekti. Dördüncü gün fitille hallettik işi. Yapmak istemedi, “istemem kakayı” diye ağladı hep. Ateşli olmanın verdiği huysuzluk da vardı üzerinde. Fıldır fıldır gezen çocuk o gün hiç kucağımdan inmedi. Sonunda dayanamadı tabii. Sonrasında rahatladı, 3 saat uyudu. O gün zor bir gündü. Üzüldük…

Dönüşten bir gece önce Seda’yı gördük. Onların kaldığı tesise gittik. Uykusu olduğundan pek rahat vermedi bize. Dönüşte de Hakan’ı ancak 15 dakika görebildik. O kadar huysuzluk yaptı, o kadar ağladı ki dönmek zorunda kaldık. Dönüş yolundan itibaren meme türküsünü tutturmaya başladı yine.

İnatları, kaprisleri, iştahsızlığı bir yana bırakırsak güzeldi.

Yorucuydu, gerçekten yorucuydu. Duru mutluydu ama, bu da yetti bana. Hem hep birlikte olmak da güzeldi.

Artık ben susayım, resimler o günleri biraz daha anlatsın…

Animatörler öğlen dans provası yaparken bizimki de kendinden geçmiş, müziğe bırakmış kendini...

Ormandaki küçük prenses...
Minik ladynin tişörtündeki ilk karakterin ismine dikkatinizi çekerim:)
Duru, diskoya gitmek için babadan izni koparmış arkadaşlarını bekliyor:)
Orada öylece oynarken o kadar güzel görünüyordu ki...
Islakken kirpikleri daha da güzel. Maşallah...

Kumlu ve tuzlu kıvırcık saçlar...
Gülerken yüzündeki her zerre gülüyor ya, bayılıyorum...
Öğle sıcaklarında yürümek istemediğinde ya baba tepesinde ya da kucağımdaydı.
Babasının yanında vantrlog kuklası gibi duruyor.
Bizimki olayı çözmüş, abi ve ablalarını taklit etmeye çalışıyor.
Bir dahaki tatilde görüşmek üzere...

 

 

 

 

 

Yorum Gönderin

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir