Bir bayram daha geçti. 10 gün tatil iyi geldi hepimize. Böyle uzun tatillerin sonrası daha zor oluyor ama…
Neyse, bu kez tatil Seferihisar yakınlarındaki Sığacık’ta başladı.
Kalbim Sığacık’ta kaldı…
Pazar günü öğleden sonra Sığacık’taydık. Konaklama için Teos Pansiyon’u seçmiştik, güzel, temiz bir yerdi. Önde küçük bir bahçesi var, tam deniz kenarında.
Her zaman esintili bir konumda. Hiç terlemeden, sıkılmadan iki gün geçirdik, hatta üşüdük bile. Mis gibi, tertemiz havası var. Sabah denizin dalga sesleriyle uyanıyorsunuz. Teos Pansiyon, bence oradaki en iyi alternatiflerden biriydi… Sahipleri de çok misafirperver, Duru’yla da ilgilendiler. Bizim kız başta yüz vermese de sonradan alıştı. Özellikle anneanneyi çok sevdi. Bahçede bir de köpekleri var, Mobi, ama bildiğiniz, kendini sevdirenlerden değil. Kazayla sevseniz bir iki okşamadan sonra hırlayıveriyor, ısırmıyor ama. Köpeğin huyunu öğrenen Duru bir daha yaklaşmadı yanına, “biraz sinirli bu köpek” diyip durdu:)
Gittiğimiz gün Sığacık’ın meşhur pazarı vardı Kaleiçi’nde. Çok sevdim, taptaze sebzeler, otlar, meyveler, ev yapımı reçeller, börek, dolma ne ararsanız var. Herkes evinde yaptığı şeyleri getirip satıyor burada. Böreklerin hepsinde gözüm kaldı diyebilirim:)
Yemek için Kaleiçi’ndeki Elif gözlemeevini seçtik.
Duru mantıya bayıldı, kendisi kaşık kaşık yedi.
Karnımızı doyurduktan sonra sokakları keşfe çıktık.
Duru’yu gören pazarcı kadınlardan biri “Ne güzel şuna bak, çizgi film çocuğu gibi” diyerek yanındakine söylüyordu, bu yorum çok hoşuma gitti:) Hakikaten de öyle görünüyordu:)
Bu da Paşa Kaptan’ın evi. Kendi evini denizden çıkardığı taşlarla bizzat kendisi süsleyip boyamış. Çok güzel görünüyor.
İlk gün deniz için Akkum plajını seçtik. Deniz çok parlak değildi. Duru simidini taktığı gibi soluğu denizde aldı.
Zaten 2 saat sonra odaya döndük.
Akşam yemeği limandaki Burç Restoran’daydı. Kesinlikle tavsiye ederim, balık taze, mezeler güzel, fiyatsa makuldü. Duru orada bulduğu bir arkadaşla coşarak restoranı sesiyle çınlattı adeta:) Bu da şımardığı anlardan biri…
Yemekten sonra Teos’a döndük. Baktık, bahçede anneanne ve ablalar tavla oynuyor. Hemen Duru da dahil oldu olaya. Anneanne’yi yenen yokmuş şimdiye kadar, yanına uğur böceğini de aldı, yine yenilmedi tabii.
Ertesi gün kahvaltıdan sonra Sığacık’a yarım saat uzaklıktaki İpekkum’a gittik. Oradaki kafede bir şeyler yedik, Duru biraz resim çizdi,
Biraz gözlük taktı, bana poz verdi.
Saatin üçbuçuk olmasını bekledik yakıcı güneşin etkisinden kurtulmak için. Deniz güzeldi, o kadar sığdı ki yürüdük yürüdük yine de boyumuzu aşıramadık:) Duru simidini taktığı gibi denizde fink attı.
Burada da babasıyla korku şatosu yapıyorlar kumdan:)
Bu tatil babasıyla daha çok yapışıktı Duru. Çünkü her kız çocuğunun eninde sonunda babayı bulduğu gibi Duru da babayı bulmuştu:) Bu duruma bozuldum tabii ama benim için daha rahat özgür bir tatil oldu. Onlar denizde vakit geçirirken ben de onları izleyip bol fotoğraf ve video kaydı yaptım:) Aman ne özgürlük:)
Neredeyse her öğlen mısır yedi. Hem de nasıl bir iştahla! Mısırcı geçince sıkıysa alma bakalım, nasıl koparıyor kıyameti. Mecbur aldık. O da afiyetle en ufak tanesine kadar silip süpürdü.
İkinci akşam yemekten sonra Duru’yu lunaparka götürdük. Orada arabaya, dönmedolaba bindi, tramplende zıpladı. İlk kez tek başına bu kadar yükseğe çıkacağı bir oyuncağa binmişti Duru. Benden sakindi, çok heyecanlandım ama her zamanki gibi yansıtmadım. O döndükçe ben de içimden dualar okuyordum:)
Sonra kum boyama da yaptı, Şimşek Macquin seçti resim olarak.O kadar uykusu gelmişti ki babasına taşıttı kendini. Hoş sadece o akşama özel değildi bu durum. Artık benim gücüm yetmediğinden tüm tatil baba kucağındaydı Duru. Dönüşte limonata molası verdik, sonra da odamıza döndük.
Üçüncü sabah ben erkenden uyanınca içimden bir ses dürttü beni. Hem etrafı son bir kez gezmek hem de kahvaltıya pastaneden bir şeyler almak için bizimkileri odada bırakarak keşfe çıktım.
Her yer o kadar sakin ki… Sabah bir başka güzel Sığacık, insana huzur veriyor. Telaşlı ruhlara bire bir…Hakikaten Türkiye’nin ilk “cittaslow” yani “sakin şehir” olma unvanının hakkını veriyor…
Ne demek istediğimi şu kediciğe bakarsanız daha iyi anlayacaksınız:) Nasıl da huzurlu uyuyor. Hem de bir çöp konteyner’ının daracık yerinde… Mutlu olmak için yer, zaman, kişi, madde koşulu yok hayvanatta biz beşerde olduğu gibi…
Sokaklar bomboştu. Neredeyse sadece ben ve gölgem vardı oralarda…
Oradaki tarihi fırını buldum, Ramazan nedeniyle sadece ekmek çıkarıyorlarmış. Sonra Marina’nın karşısındaki pastaneden bir şeyler alıp odanın yolunu tuttum. Marina bile Sığacık’ın sakinliğini bozamamış. Umarım hiçbir şey de bozamaz…
Bizimkiler hala uyuyordu. Uyanıp aşağı indik, kahvaltıya. Keyifli bir kahvaltıydı, pişilerse nefisti…
Kahvaltıdan sonra toparlandık. Gümüldür bizi bekliyordu.
Duru bile ayrılmak istemedi bu huzurlu yerden.
Pansiyondakilerle vedalaştık.
Dedim ya, kalbim burada kaldı. Bir gün mutlaka tekrar gideceğim…