Duru’nun bazı saplantıları var, daha doğrusu ritüelleri. Mesela sabah kalktığında onu kucağıma alıp içeri götürürken mutlaka dolabında duran bir oyuncağını bana göstererek ona vermemi ister. Şimdi aklıma gelmiyor ama bunun gibi şeylerden bahsediyorum, kafaya takıyor ve mutlaka ama mutlaka yapıyor onu. Mesela emzirirken parmağını getirip boynumun altına bastırıyor acıtana kadar, ben ne tepki vereceğim diye merak ediyor. Ben de alışmasın diye sesimi çıkarmıyorum hiç. Çünkü bir şeye aşırı tepki verince onu inadına yapıyor, aynı tepkiyi görmek istiyor. Neyse, bu gibi şeyler işte. Bunlara bir yenisi daha eklendi.
İşten eve geldiğimde kapının sesini duyar duymaz annemin elinden tutup soluğu kapıda alıyor. Heyecan içinde birbirimize kavuşuyoruz. Tabii onun asıl derdi mem-mee:)
Bu kavuşma sırasında aramıza biri daha katıldı: Ona aldığım kocaman tavşan. İlk günden beri bayılıyor o tavşana. Biraz emiyor, sonra kalkıp yanımızda duran tavşanını gösteriyor bana. Onu da alıyoruz sonra aramıza, ona sarılarak emmeye devam ediyor. Ben, Duru ve kocca tavşan mutlu mesut bu sıcakta eriyip buharlaşıyoruz:) “Kızım bak yanımızda dursun, o da otursun” diyorum, illa sarılıp emicem diye bırakmıyor tavşanı elinden. Mecbur katlanıyoruz, napalım…
Şimdilerde köpeğe “hav hav” demeyi, suya “du” demeyi öğrendi. Her şeye memme diyor. Su istiyor memme diyor, top istiyor memme diyor. Memme aylardır onun en iyi arkadaşı:) Bu bağlılık giderek artıyor, özellikle bu sıcaklarda iyice ister oldu. Başka şeylere dikkatini çekmeye çalışıyorum, zaten iştahı yok, emince hepten tıkanıyor. Ne yedireceğimizi şaşırdık annemle.
Senin-benim kavramını da öğrenmiş. Dün emzirirken senin saçın nerde diye sordum, kendi saçını gösterdi. Benim saçım nerde diyorum, benim saçımı tutuyor. Ana dil böyle öğreniliyor demek ki. Yani evde sürekli İngilizce konuşsa insan, onu da öğrenecek…
Serhan 3 gündür yok, Zonguldak’ta. Bakalım dönünce ne yapacak bizimki. Çıldıracağı kesin, çok özlemiştir herhalde. Bu akşam göreceğiz inşallah…