Geçen hafta cuma kar yağmıştı. Ben de allahtan izin alıp gitmedim o gün işe. Zira önceki gün bir lokmacık kardan etkilenen İstanbul’um bana kazığını attı ve Çengelköy’den eve doğru vasıta bulamadığımdan onca yolu yürümek zorunda kalmıştım. Neyse, geçti bitti…
Cuma sürpriz bir telefon geldi. Ebrular da işe gitmemişlerdi ve bana kahve içmeye geldiler.
Duru heyecanlandı tabii, hemen üzerini değiştirtti bana, jilesini giymek istedi, saçını da yaptık, hazırdı misafirlerini karşılamaya…
Geldiler, Selçuk’a ayrı bayılıyor Duru, bir sarıldı ki… Selçuk’un canlılığı ve neşesi Duru’yu ayrıca coşturuyor, o yüzden de çok seviyor…
Kahveler içildi. Bu arada Güneş, Duru’yla birlikte bir önceki akşam yeşil kartondan yaptığımız çam ağacını beğendi. Bir ara Duru’nun kulağına eğilip “Durucum, ağacı Güneş’e hediye edelim mi” diye sordum. Tabii ki cevbımı aldım, hiç üstelemedim sonra.
Neyse, ayrılık vakti geldi. Ayakkabılar giyildi, vedalaşıldı. İşte tam o sırada benim güzel kızım içeri koşup Güneş ablasına çam ağacını getirdi. “Güneş, bu senin” diyerek verdi ona.
Çok duygulandım. Benim kızım, benim söylediğim şeyi aklında tutmuş, onun muhasebesini yapmış, kararını vermiş ve uygulamış…
Saygıyla eğiliyorum…