Archive for the ‘Öğrenme halleri’ Category
Piyano çalışmaları
Burcu öğretmen birkaç ödev vermiş çalışmak için. Biz de çok zorlamadan, oyunla falan çalıştırıyoruz Duru’yu. Dün piyanonun başına oturduk. Serhan da var, sonuçta konservatuvar mezunu, onun mutlaka olması lazım… Biraz çaldı Duru, sonra zor geldi, ben de göstermek istedim nasıl olacağını. Bu sefer küstü. Hadi bakalım, eski haline nasıl döndüreceğiz… Bu aralar öyle bir şey de var, kimsenin bir şey yapmasını istemiyor.
Kafayı çalıştırdım. Havuç soymuştum yesin diye, atlara olan sevgisi de malum. Serhan at gösterisi seyretmeye gelmiş bir seyirci gibi oldu. Ben de Duru’yu at yaptım, “Bakın bu güzel at nasıl da piyano çalıyor, seyretmek isteyen ücretini ödesin, gösteri başlıyor” falan dedim. Baktım bizim kız gülüyor, hemen at havasına girdi:) Anladım ki doğru yoldayız. Sonra parçayı çalmaya başladı. Alkışladık, havucunu verdim ağzına ödül olarak, o da kişnedi:)
Yani demem o ki çocuk psikolojisi çok değişik. O yüzden piyano öğretmeninin mutlaka pedegojik formasyon almış olması gerekiyor. Biz hasbelkader bulduk bu yöntemi, fakat yarın nasıl oturturum, nasıl daha sabırlı olabilirim, onu nasıl motive ederim bilemiyorum. Biraz sabırsızlık var bende, ona hemen yardımcı olayım istiyorum, o da bozuluyor buna. Daha çok küçük tabii, yine de çok iyi. Nota değerlerini bilmek, onları saymak ve notadan görüp çalmak hiç kolay değil. Zorlanınca da haliyle küsüyor, kızıyor… Öğretmenine de danışacağım yarın…
Laflar laflar…
“Anne, bu yastık yumuklanmış”
(Yastığın içi yatmaktan topak topak olmuş, onu söylüyor)
Duygulanmak ne demek Duru?
“Sevgilenmek”
(“Sizi çok seviyorum” dedikten sonra klasik “biz de seni seviyoruz kızım” cevabı ve “Duygulandınız mı anne” sorusundan sonra)
“Paylaşmak güzeldir anne”
Geçen gün balkondaki saksıdan maydanoz kopardılar babasıyla. Ekim dikim işleri yaptılar biraz, laleler ekildi. Neyse, maydanozu kendi yemiyor sadece, bize de getirip ısırtıyor. Bana da getirdi, ben de hepsini yedim, öküz anne gibi:) Bilemedim, meğerse çocuğum paylaşmak istiyormuş. Başladı ağlamaya. Ağzımdan geri çıkarsam olmaz… Çaresiz başka maydanoz bulduk hemen de sustu.
Geçen akşam oturuyoruz. Kendini göstererek soru soruyor:
“Böyle olsaydın napardın”
Böyle bir soru beklemediğim için şaşırdım:
“Nasıl yani?”
“Benim gibi”
“Bilmem, çok hoşuma giderdi” dedim. Ardından başladı şarkı söylemeye:
“Napardım bilmeeem, seni bir gün bile görmeseemmm”
Sonrasında bir süre bu şarkıyı söyledik birlikte:)
Emir bizdeyken scrabble oynadık iki akşam. Duru da sıkılmadan oturup bana yardım etti. Harfleri ben söyledim, o koydu. Arada kımıldanıp sapıtıyor tabii. “Sıkıldıysan kalkalım’ diyorum, ona da yanaşmıyor. Oyunu bitirene kadar oturdu, helal olsun diyorum, büyük adam gibi…
Öyle laflar ediyor, öyle şeyler yapıyor ki, şaşıp kalıyorum.
Yetememekten korkuyorum bir de…
Duru’da bu aralar…
Bir acayip haller… Bu aralar kendin “Prenses Papatya” zannediyor çoğunlukla, yani bir at. Ben de Kraliçe Papatya imişim:) Evde eteğini külotlu çoraplarını giyip saçlarını da açarak dolanıyor.
Dün kulağıma eğilerek “Anne, ben Kaptan Mack’le evlenicem” dedi:) Ne diyeceğimi şaşırdım “O senin abin”, dedim salak salak. “Sûra da Cihan Öğretmen’le evlenecekmiş” dedi (drama öğretmenleri). Demek ki kızlar kendi aralarında konuşuyorlar. Ne ilginç, kız çocukları doğuştan evliliğe meyilli:) Bunu da hiçbir şey engelleyemiyor. “Sen büyük abla olunca evleneceksin, daha çok erken evlenmen için” falan dedim:)
Okulla arası iyi bu aralar. Öğretmenini özlüyor, midesi de bulanmıyor artık. Akşamları illa bir faaliyet yapıyoruz.
Tübitak’ın İlk Resim Kitabım, epey işe yaradı. Ordan beğenip beğenip yapıyoruz benzer bir şeyler. Ortaya çıkanlardan bazıları bunlar işte…
Onun dışında kahvaltı sofraları hazırlamayı seviyor, illa bir tane de vazo koyuyor sofraya. Böyle süslü, özenli şeyleri seviyor hep. Geçenlerde babaannesinde sofra hazırlarken üst üste iki tabak koydu, şaşırdık. Davet sofraları gibi şaşaalı şeyleri seviyor bebe:)
Birkaç keredir rüyasında kötü şeyler görüyor sanırım, çığlık atıyor. Biraz biraz korkular başladı. “Odamda yalnız kalmaktan korkuyorum, bir kadın çantasını atar, sonra kelebekler çıkar” dedi bana. Sanırım böyle bir rüya görmüş, yazık:(
Saçları çok uzadı, Rapunzel yolunda ilerliyor.
Her şeyi kendi yapmak istiyor. Ayakkabı ve botlarını kendi giyip çıkarıyor. Sayı saymaya, ber şaylar saymaya bayılıyor. Yüzlere kadar sayıyor neredeyse. Bale figürleriyle dans etmeyi seviyor. Belli ritüelleri var, bu beni biraz düşündürüyor. Bazıları saplantı boyutunda. Biraz daha izleyeceğim bakalım.
Büyük bir adım…
Geçen hafta cuma kar yağmıştı. Ben de allahtan izin alıp gitmedim o gün işe. Zira önceki gün bir lokmacık kardan etkilenen İstanbul’um bana kazığını attı ve Çengelköy’den eve doğru vasıta bulamadığımdan onca yolu yürümek zorunda kalmıştım. Neyse, geçti bitti…
Cuma sürpriz bir telefon geldi. Ebrular da işe gitmemişlerdi ve bana kahve içmeye geldiler.
Duru heyecanlandı tabii, hemen üzerini değiştirtti bana, jilesini giymek istedi, saçını da yaptık, hazırdı misafirlerini karşılamaya…
Geldiler, Selçuk’a ayrı bayılıyor Duru, bir sarıldı ki… Selçuk’un canlılığı ve neşesi Duru’yu ayrıca coşturuyor, o yüzden de çok seviyor…
Kahveler içildi. Bu arada Güneş, Duru’yla birlikte bir önceki akşam yeşil kartondan yaptığımız çam ağacını beğendi. Bir ara Duru’nun kulağına eğilip “Durucum, ağacı Güneş’e hediye edelim mi” diye sordum. Tabii ki cevbımı aldım, hiç üstelemedim sonra.
Neyse, ayrılık vakti geldi. Ayakkabılar giyildi, vedalaşıldı. İşte tam o sırada benim güzel kızım içeri koşup Güneş ablasına çam ağacını getirdi. “Güneş, bu senin” diyerek verdi ona.
Çok duygulandım. Benim kızım, benim söylediğim şeyi aklında tutmuş, onun muhasebesini yapmış, kararını vermiş ve uygulamış…
Saygıyla eğiliyorum…
Kestanenin “k”sı düştü dile:)
Cumartesi-pazar yoktu Serhan. Hatta cuma akşamından yoktu. Cuma mesaideydim, eve gece 12’de geldim. Serhan da olmayınca Duru bunalıma girmiş resmen. Eve geldiğimde kafayı gömmüş yatıyordu. Bir asabi bir asabi, beni de istemedi, bağırdı. Babasını özlemiş:( Hıçkıra hıçkıra ağladı. Zor sakinleştirdim. Mesainin üstüne tuz biber oldu bu da. Uyuduğunda saat 2’ye geliyordu…
Neyse ertesi gün daha iyiydi. Kahvaltı ettik, hava da güzeldi. Dışarı çıktık, parka gittik biraz. Dönüşte pizza yaptık. Afiyetle yedik. Morali düzeldi. Parktan topladığımız yapraklarla ağaç oluşturduk. Epey vakit geçti, Duru’nun da hoşuna gitti…
Pazar günü evdeydik. Hava kötüydü zaten. Duru’ya Tübitak yayınlarından “İlk Resim Kitabım”ı almıştım. İçinde bir sürü şeyler var yapacak, birlikte onları kestik, boyadık, çizdik, yapıştırdık… Duru da çok hevesliydi, epey uğraştı.
Çok enteresan, babası aradığında onunla konuşmak istemedi. Belki de kendince tavrını koydu…
Akşam yemeğinden sonra dede bize kestane yaptı. Onu da yiyince Duru’nun dili çözüldü:) K’ları T olarak söyleyen Duru K’ları K gibi söylemeye başladı:) Buna kendisi de şaşırdı, bir süre pratik yaptı:
“Anne, bak, pe-li-Kan”
“Anne, Ka-buK”
….
İçinde K harfi geçen kelimeleri bulup kulağıma yavaş yavaş, heceledi.
Tıpkı yeni yürüyen bir çocuğun temkinli adım atması gibi, çok ilginç. Bu harf onun için yeni olduğundan biraz da bastırarak söylüyor:) 16 Aralık 2012, K’nin dile düştüğü tarihtir:)
Tabii ben manyak bir anne olarak çocuğumdaki bu ilerlemeden de burulacak bir taraf buldum:(
Benim k’ları söyleyemeyen, yok’lara yot diyen bebeğim, büyüyordu…
Vallahi iflah olmam ben…
Neyse, Serhan geç geldi. Duru da ben de uyuyorduk o geldiğinde.
Biz kavuştuk ama baba-kızın kavuşması sabaha kaldı.
Uyumadan önce “Babam gelecekti hani, gelmedi” diye sordu bana.
Pazartesi sabahı kavuşmaları da biraz “nazlanarak” oldu, tavrını sürdürdü Duru. Hemen koşmadı babasına…
Babasının ona aldığı “My Little Pony” serisinden minik atı ve çikolataları görünce çözüldü tabii…
Bu ayrılık zor oldu bu kez, önümüzde Ankara maçı var, 3-4 gün yok yine bizim bey, bakalım küçük hanım buna ne diyecek??